Hiç düşündünüz mü, neden hiç bir Avrupa ülkesinin vatandaşları bindikleri teknelerle, yaşamlarını nerdeyse hiçe sayarak herhangi bir Afrika ülkesine kaçmaya çalışmıyor?
İNSAN İNSANIN TANRISIDIR
YAZI - YORUM
Wikipedia
4 Mart 2017 Cumartesi
GERÇEĞİN İZİNDE
Hiç düşündünüz mü, neden hiç bir Avrupa ülkesinin vatandaşları bindikleri teknelerle, yaşamlarını nerdeyse hiçe sayarak herhangi bir Afrika ülkesine kaçmaya çalışmıyor?
9 Mart 2016 Çarşamba
Lezzet
Gurmeyim, gurmesin, gurmeyiz, hepimiz gurmeyiz. Herkesin kendine göre bir damak tadı vardır. Biz Türklerin her konudaki iddiası bu konuda da öne çıkar. Özellikle son yıllarda gezme kültürü arttıkça değişik tatlara olan ilgi de arttı.
Efsane lezzetlere Özsüt'ün yaban mersinli pastasıyla devam edelim. Orman meyvelerini sevenler için vazgeçilemeyecek bir lezzet. Yine çay eşliğinde tabii.
7 Mart 2016 Pazartesi
GEZİ-YORUM
Damak tadı, ağız tadı.... Yemek söz konusu olduğunda tat sözcüğü dilimizde şekere karşılık gelir, yani şekerli yiyeceklere; tatlılar, pastalar, çikolata, dondurma... Türk mutfağında tuzluların yeri çok özelse de damağa tadını veren tatlılardır yani. Tatlı deyince de ilk akla gelen şerbetli tatlılarsa da, çikolatanın yeni zamanların tatlı kültüründeki yeri yadsınamaz. Tatlılar içinde bana göre de çikolata bir yana diğerleri bir yanadır. Gezip gördüklerimden bana kalanları yazmak istediğimde söze çikolata ile, çikolatayı zevke dönüştürmeyi başaran Valonia ile başlamak doğru olur diye düşündüm. Valonianın şahane çikolataları, pek çok hoş tatlı, tuzlu yemekleri var, ama ıslak kekinin ve çikolata sosunun sufleyi aratmayacak nefis tadının damağınızda bırakacağı lezzet, canınız çok sıkkınken bile sizi gülümsetebilir kanısındayım. Yanında demli bir bardak çay ile tabii. İyi ki denemişim diyeceğinize adım kadar eminim.
24 Şubat 2015 Salı
UNUTMADIM, AKLIMDA
Tam, ne yaptın ne ettin
unutturdun bana kendini derken
Bazen bir rüyadan uyandığımda,
Bazen eriyip bitmesinden korktuğum
bir sabundaki nazar boncuğuyla
Aklıma düşüveriyorsun.
Sadece aşkların değil,
Dostlukların da öldürülebildiğini anımsayıp,
Öfkeleniyorum.
06.30 20 Şubat
14 Ocak 2014 Salı
FARKINDA DEĞİLMİŞİZ GİBİ
1 Ocak 2014 Çarşamba
2014
Geldin sonunda. Yine öncekiler gibi geçip gideceksin hayatımdan. Kimbilir neleri götürüp, neleri getirerek.
Beklerken güzel geçmedi günler. Geçmişten söz etmek değil niyetim. Geçmiş, geçmiş olsun. Artık olsun. Seninle geçecek günlere nedense hep başka bir anlam yükledim. Belki sadece öyle istediğimden. Ama yine nedense hep başka bi anlamı olacağına da inandım.
Hayat acımasızdı, soğuktu, yorardı hep insanı, ama güzeldi yine de. Onu güzelleştirense aşk ateşiydi.
Uzaktı bana aşk çoktandır. Şimdi seninle yeniden, kirpiğimin ucunda mı, kimbilir. Artık, ben bilmiyorum.
Aşk, zaten yaşanıldıktan çok sonraları ateşini hissettirmez mi? Zaten o zaman anlamaz mıyız gerçekte ne kadar sıcak olduğunu. Şanslıysak, geçip gitmeden henüz, bunu farkedebilmişizdir.
Şimdi ben, aşk diliyorum, hatta dileniyorum senden. Yeniden sevme gücü, hayatın çirkinliklerine dayanabilme, zorluklara karşı durabilme cesareti istiyorum. Her şeyin benim için olduğunu biliyor, yalnız onlara yüreğimi açarsam fark edebileceğimi görüyorum.
Güzel ve iyi olan ne varsa yoluma çıkması tüm dileğim.
Onlara sahip olabilmekse, gayretim, emeğim.
Saygıyı kaybetmeden sevmek, şaşırmadan istemek.
27 Aralık 2013 Cuma
AŞK ATEŞİ
Ne çok laf edilmiştir aşk üstüne, dünya döndükçe de edilecektir. Koca koca laflar, beylik sözler. Oysa ki her aşk kendi ateşi kadardır. Yaktığı yer de kendi büyüklüğü kadar. Ateşi körükleyense kimi zaman açlık, kimi zaman tutku, kimi zaman da boşluktur. Açlık büyükse ateş hummaya dönüşür kolayca, doyduğunuzdaysa çabucak söner. Körüklemeye çalışsanız da yetmez, yeni bir açlık hali gereklidir. Tok açın halinden anlamaz çünkü.
Tutku ateşi sürekli alevli tutar, ancak ateşin sıcaklığı fazla gelebilir bazen. Alevler yakıcı olabilir istemeden. Yanmak isteyeni bile bıktırabilir.
Boşluğun körüklediği aşksa en yakıcı olandır. Kavrulursunuz istemeden. Farkına bile varamadan küle dönmeniz an meselesidir.
Tutmaya çalıştığınız el, aslında orada bile değildir. Belki çoktan gitmiştir, belki de hiç orada olmamıştır.
Kör bir karanlıkta gibi uzandığınız elin olmadığını fark ettiğinizdeyse küllerinizdir geriye kalan. İnanmak istememenin ağırlığıyla ateşi çağırırsınız. Ama geri gelebilen bişey değildir aşk.
Ta ki uzanacak yeni bir ele rastlayana kadar, içinizdeki ateşi canlı tutmaya çalışırsınız.
Sonuç olarak, insanlara güvenmeyin, en iyisinin bile sizi yarı yolda bırakacağı anlar vardır. Yola hep kendinizle çıkın, yoldaşınız nasılsa olur.
Şanslıysanız geçip giderler.
17 Aralık 2013 Salı
AÇLIK
Gen teorisi bile açıklamakta yetersiz kalır bile bile ladeslerimizi. Kendimizinki de kesilmeden acısını duymayız diğer kesiklerin.
Herkesin kendi "ölçü"sü belirler kesiklerinin "derin"liğini. Ruhumuzda açtığımız yaraların derinliğiyle oluşur daha sonramız. Keseriz, kesmelerine izin veririz, kanatırız ısrarla ruhumuzu. Bedenimizdeki yaralara benzemez ruh kesikleri, çok acıtır. Sadece yağmur öncesi değil, sürekli sızlar.
Bi gitme hali gelir çöker üstünüze, nereye kaçacağınızı bilemezsiniz. Yaşarken açık ve belirgin olan herşey, bi bilinmeze sürükler geleceğinizi.
Neden, diye sorarsınız, neden "ben", neden "şimdi", neden "yine" ?
Nedeni çok açıktır oysa, izin vermişsinizdir bi başka "aç"ın hücre çeperlerinizden içeri sızmasına.
Hiç değilse de, çok hesaplamadan önüne sermişsinizdir, geçmişinizi, bugününüzü, dünyanızı.
Hani yaşadığınız "an"ın güzelliğiydi ya asıl önemli olan, içiniz nasıl da rahattı soyunup dökünürken önünde bi acımasızın.
Ruhunuz çıplakken bile yangınlar içindeydiniz.
Oysa ki açlık ölçüsü belirliyordu tüm doyumsuzlukları. Yerinde ve zamanında doyurulamamış bedenlerin ve ruhların açlığıyla başedemiyordu en zeki zihinler bile.
Siz söyleyip sadece siz işitiyordunuz ağzınızdan dökülenleri.
Ve artık, kaçan balığın büyüklüğünden dem vurmak bile masalsı geliyordu.
Geldiğimiz bu yerde, aslında onca yola rağmen hiçbiyere varamamışlığın acısı dizlerimizde.
Ve işin kötüsü, hala açız, bi türlü doyuramadığımız içgüdülerimizle.
16 Aralık 2013 Pazartesi
FARKINDALIK
Bir sabah "uyanırsın" ve hissedersin, sadece noksanlıkların değil fazla bişeylerin de olduğunu. Yolunda gibiyse de herşey bişeyler vardır garibine giden. Alışkın olmamanın verdiği şımarıklıkla belki de, fazla gelir sana sunulanlar. İstersin, beklersin, alırsın ama yine de olmayan bişeyler vardır. Belki daha önce hiç duymadıklarını çokça duymanın fazlalığıdır bu, belki de duyduklarına da bi süre sonra alışacağını bilmenin sızısı. Alışmak mıdır daha korkutucu olan, yoksa alıştıklarını kaybetmek mi?
Öyle ya da böyle kolay alışıyoruz herşeye, hele de güzelliklere. Belki de bundan yine aynı kolaycılıkla, elimizde tutabilmek için savaşmıyoruz. Yeniliğin özenini, eskimeye başladıkça kaybediveriyoruz.
Çok uzun yıllar önce aldığım bi kazağı giydiğimde yeni mi, diye sorar eş, dost. Gülümserim.
Yeni değildir, ama hep yeni gibi kalsın diye bakmışımdır ona, bu onu hiç giymediğim anlamına gelmesin. Onu yıkarken, saklarken gösterdiğim özenle yeni gibi kalmıştır.
Kullanma yönergelerine uyduğumuzda çok da zor değildir eşyalarımızın yeni kalması. Ona sahip olmak için gösterdiğimiz özenin hiç olmazsa yarısını kullanırken de gösterdiğimizde, bizden sonraya bile kalabilirler.
Duygularımız da çok farklı değildir, kullanırken özen göstermediğimiz bi çorap gibi eskirler, yıpranırlar, erir giderler farkında olmadan.
Başa dönebilmek için hayıflandığımızdaysa geç kalmışızdır artık. Sonra bize kalan tek şey kaçan balığın büyüklüğüdür.
Neden bu kadar hoyrattır insanoğlu, neden bi kerecik duymak için çok şey feda edebileceği sözcükleri kolayca kanıksayıverir, neden ilk hissettiğinde içini titreten duyguları pamuklara sarıp, saklamaz? Neden hep biraz daha fazlasını ister?
Oysa ki duygular sözkonusu olduğunda "fazla" diye bişey yoktur. Ya vardır, ya yoktur. Çok sevdiğini söylemek bi tutku halidir sadece. Yoksa "çok" değil, ya sevilir, ya sevilmez.
Bi kere sevilmişse de kolay kolay vazgeçilmez.
Ama vazgeçmemek sadece elde tutmak değildir. Çabalamak, aldıklarının değerini bilmek, verirken sınırlarını zorlayabilmektir.
İlk kez için titrediğinde hisssettiklerini hiç unutmamak ve unutturmamaktır. Anımsamak ve anımsatmaktır içini ısıtanları ve hatta alevlendirenleri.
Bunları yaparken de kırıp dökmemek, acıtmamak, çocuklaşsan da şımarmamaktır sevmek.
11 Aralık 2013 Çarşamba
AŞKA
Görmeden bildiğim.
Bir körün karanlığında gibi gezinirken,
Ellerimi tutanım
Ezberimde bildiğim ne varsa anlattığım,
Bilmediklerimi anlatan ve
Bulduransın.
Sen ki,
Geçmiş hayallerimde bile aradığım
Ve karşıma çıkansın.
Yaşarken seni sessiz ve
Bir o kadar hummalı
Bana aşkı anlatan
Ve aşka doyuransın.
Karanlıklarımı ışıtan,
Alevim,
Ateşim,
CANSIN.
5 Aralık 2013 Perşembe
GÜZEL BİR ÖYKÜ
Seninle iki insanın karşılaşabileceği en güzel yerde, sözcüklerin arasında rastlaştık. Oysa ben rastlantılara inanmadım hiç. Benim için herşey inanılması zor bi planın parçalarıydı hayatta.
Önce yazarak, sonra konuşarak paylaştık sözcükleri. Seni bana getiren sesin, titretirken içimi pır pır, bizim hikayemiz de yazılıyordu aynı zamanda bi yerlerde. Ben hep hazırdım aşka, adım aşktı çünkü. Sen evcil acılarınla girdiğinde dünyama, önce sızladı sonra ısındı yüreğim. Daha elele tutuşmadan, ruhlarımız buluştu. Benim artık beni gülümseten yaşanmışlıklarım, seninse seni ağlatan bilinmezlerin vardı.
Hem kabuklu hem kanayan yaraların kardeşliği bizi birbirimize yaklaştırdı. Daha değmeden aşkı, sevgiyi hissettik sözcüklerin ışığında. Sözsöze karanlıklarımıza ışık sızdırmaya çabalarken önce arkadaş olduk. Ve artık, dakikalara sığdırdığımız geçmişin gölgesinde yeşerttiğimiz sevginin, bi ağaca dönüşeceği günün hayalini kuruyoruz belki de.
Şimdi diyorum ki; kısa günün karıysa hayat, senin de dediğin gibi "bi bardak çayın sıcağında" buluştuğumuzda, üşütmeyecek bizi Ankara'nın soğuğu.
3 Aralık 2013 Salı
SANKİ
Sanki de bilirdim tadını hep
Dudaklarının
Sanki hep bendeydin de
Şimdi farkına vardım
Uzaklaştığının
Cezaysa bu hak etmedim
Belki sadece şımarıklığım,
Bu nasıl bi özlemekse
Hiç uzlaşamadığım.
1 Aralık 2013 Pazar
KİŞİYE ÖZEL
Şimdi sen, tutkunum diyorsun, evet farkındayım. Yaşanmamışlıkların seni coşturuyor, akmak hatta çağlamak istiyorsun, görüyorum. Aşık oldum diyorsun, evet ama henüz aşkın a'sı seni yakan sevgilim, bunu bilmiyorsun. İçinde kalmış eksiklerin bırakmıyor peşini. Seviyorsun hala, seni hiç sevemediğini söylediğin birini. O ki sende bıraktıklarının hiç farkında olmayan. Sense şimdilerde; belki de yeni aşkından güç alarak bitiremediğin bir sevgiye ağlıyorsun. Ağıtlar yakarak öldürdüğünü sandığını gömmeye çalışıyorsun. Bunu farketmek içimi acıtsa da, sana kızamıyorum.
Aptalları hiç sevemedim, belki de kendi aptallıklarımın çokluğundan. Acılardı bizi büyüten. Ben erken büyüdüm aşkım, sense büyütemediğin çocuğa ağlıyorsun hala. O çocuk ki sende kalanlarla acınası. Koparamazsan kendini bağladığın zincirleri, kendi canını yakmaya devam edeceksin. Yara izlerimizle güzelsek de, onulmamış yaraların kanaması gün gelir boğar bizi. Kandıramadığımız o küçük çocuk bi gün içimizden çıkar gider, hiç farkettirmeden. Yokluğunun boşluğuyla başbaşa kaldığımızdaysa artık gerçekten yalnızızdır.
İçindeki çocuğa sahip olamayan mutsuzlarla doludur kalabalıklar. Onlardan olma bitanem. Bırak gitsin eski sevda artıkları. Tut elini içindeki çocuğun. Acılarına sahip çık sevinçlerine de çıktığın kadar. Onları yok saymakla kurtulamayız onlardan. Sağaltarak yaralarımızı, tutkularımıza yol vermezsek, aşk bizi terk eder. Aşk yoksa biz var mıyız ki, gitmesine izin verecek kadar hovarda olabilelim?